Değerli meslektaşlarım,
Eskiden ihmal edilen ve uzun süredir yanlış anlaşılan nöroendokrin tümörler (NET’ler) günümüzde giderek artan bir ilgi görüyorlar. Bu tümörleri tanımlamak için ilk olarak 1907’de Alman patolog Siegfried Oberndorfer tarafından kanser benzeri anlamına gelen “karsinoid” terimini kullanılmıştır. Bunun üzerinden yaklaşık bir asır sonra NET’lere ilişkin ufuk açıcı ve bir tanımlayıcı epidemiyolojik çalışma 2008’de Yao ve arkadaşları tarafından yayınlanmıştır. Bu çalışma ile NET’lerin yıllık insidansının 1973’te 100.000’de 1,09’dan 2004 yılında 100.000’de 5,25’e yükseldiği gösterilmiştir ve sonuçlar bu “nadir” tümörlerin daha önce fark edilenden daha büyük bir halk sağlığı sorunu olduğunun farkına varılmasına yol açmıştır. Aslında, 2014 yılında Amerika Birleşik Devletleri için 171.321 olgu olduğu tahmin edilen NET’lerin prevalansı, özofagus kanseri (36.857 hasta), mide adenokarsinomu (79.843 hasta) ve pankreas adenokarsinomu dahil olmak üzere daha yaygın diğer gastrointestinal kanserlerin birleşik prevalansından daha yüksektir (49.620 hasta).
Tarihsel olarak NET’lerin görüntülemesinde önemli bir role sahip olan Nükleer Tıp, peptid reseptör radyonüklit tedavilerinin geliştirilmesiyle bu hastalığın tedavisinde de etkin bir role sahip olmuştur. Nispeten uzun sağkalıma sahip olması, farklı görüntüleme ve tedavi modalitelerinin beraber kullanılması ve standart onkolojik prensiplerin dışında kalan yaklaşımlar gerektirmesi nedeniyle NET’lerin yönetiminde multidisipliner bir bakış açısı gerekmektedir. Sadece Nükleer Tıp tekniklerini bilmek NET tanılı hastalara yaklaşım için yeterli olamamaktadır. Bu nedenle kendi alanlarında uzman olan yazarlarımızla multidisipliner bir yaklaşım için arka plan oluşturacak bir sayı hazırlamayı hedefledik. Konunun belirlenmesinden okuyucuya ulaşıncaya kadar olan tüm süreçlerdeki emek ve katkıları için dergi editörlerimiz sayın Prof. Dr. Tamer Özülker ve Doç. Dr. Özlem Özmen’e teşekkürlerimi sunuyor, tüm meslektaşlarıma faydalanabilecekleri bilgileri ulaştıran bir sayı olmasını diliyorum.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Nalan Alan Selçuk